Ana Sayfa /
Hakkımızda /
Bültenler /
Kronik Enflamasyon - İçimizdeki Sessiz Yangın
Kurumsal
Kronik Enflamasyon - İçimizdeki Sessiz Yangın
Günlük yaşantımızda enflamasyon (iltihap, yangı) olayına yabancı değilizdir. Bileğimiz burkulduğunda, elimiz yandığında ya da bir yerimiz kesildiğinde ağrı, sıcaklık hissi, kızarma ve şişme gibi akut enflamasyon belirtileri vücudumuzun başlattığı bu reaksiyonun göstergeleridir. Çok eski çağlardan beri bilinen enflamasyon aslında vücudun hasar gören bir bölgesinde enfeksiyonu önlemek, doku onarımını başlatmak gibi nedenlerle başlattığı bir süreçtir. Bu gibi akut durumlarla ilişkili enflamasyon aslında hayatımızı kurtararan bir tepkidir zira o sayede beyaz kan hücreleri hasarlı bölgeye gelirler ve orada hızla çoğalabilecek ölümcül bakteriler gibi yabancı istilacıların ortadan kaldırılmasını sağlar.
Başka bir deyişle akut enflamasyon moleküler düzeyde sürdürülen bir savaşa benzer. İlk olarak bağışıklık sistemi vücudun bir bölgesindeki yabancı istilacıları, gelişen enfeksiyonu ya da travmayı fark ederek kimyasal sinyalleri kullanarak oraya hücum kıtalarını (beyaz kan hücreleri) gönderir. Savaşa giden birlikler gibi, bu hücreler hasarlı veya saldırı altındaki bölgeyi savunma talimatı alırlar. Beyaz kan hücreleri enfeksiyon ya da travma bölgesine yığıldıklarında enfeksiyonu ortadan kaldırmak için farklı kimyasal “silahlar” kullanır. Bu, akut enflamasyonun iyi yanıdır. İstilacılar vücuttan temizlenmiş olur.
Şimdi enflamasyonun kötü yanı olan kronik enflamasyona bakalım. Akut enflamasyonun kısa vadede hayat kurtarıcı özelliğine karşılık bu olay süreklilik kazandığında yani kronik duruma geldiğinde uzun vadede pekçok soruna yol açar. Enflamasyon süreci sistemik bir hâl aldığında, aylarca ve yıllarca devam ettiğinde beyaz kan hücrelerinin kimyasal silahları, bu defa kronik hastalıkları tetikleyebilir.
Yerel ve akut enflamasyonun hissedilmesi ve saptanması kolaydır. Ağrı, kızarıklık, şişlik, ısı ve bazen fonksiyon kaybı eski çağlardan beri bilinen temel iltihap belirtileridir. Vücut burkulma veya bir cilt enfeksiyon karşısında bu iyileşme yanıtını başlattığında söz konusu belirtileri kolayca algılarız. Ne var ki kronik enflamasyon normalde bu belirtileri ortaya çıkarmadığından, fark edilmeden çok uzun süre sessiz ve sinsi bir şekilde vücudumuza zarar veren bir süreç olarak devam eder. Kronik enflamasyonda salınan zarar verici kimyasallar olan enflamatuar sitokinler pekçok kronik/dejeneratif hastalık sürecinde rol alırlar.
Bu hastalıklar arasında damar sertliği, kalp hastalığı, kanser, artrit (eklem iltihabı), metabolik sendrom, yüksek tansiyon, Parkinson, Alzheimer hastalığı, astım, iltihaplı bağırsak hastalığı ve diyabet sayılabilir. Bu hastalıkların tümünün aynı zamanda obezite ile bağlantılı olduğu bilinmektedir. Zira fazla kilo ve yağlanma ile birlikte kronik sistemik enflamasyon artmakta, kronik hastalıkların pek çoğuna zemin hazırlamaktadır. Bu süreç aynı zamanda cilt kırışıklıkları dahil dokuların hızla yaşlanmasına neden olmaktadır.
Kronik enflamasyon bizim tarafımızdan kolayca algılanamasa da bu “sessiz” durumu tespit etmek için güvenilir kan testleri mevcuttur. Bu testlerle vücuttaki enflamasyon düzeyini saptamak mümkün olmaktadır. Bugün artık biliyoruz ki kronik enflamasyon vücudun içeride söndürmeye çalıştığı bir yangın gibidir. Bu yangını söndürmeye uğraşan bağışıklık sistemi zaman içerisinde hem güç kaybekttiğinden vücudun dış saldırılara karşı savunması zayıflamakta hem de bağışıklık hücreleri kimi zaman vücudun kendi yapılarını düşman unsurlar gibi algılayarak otoimmün hastalıklar dediğimiz bazı tiroid hastalıkları (Hashimoto), bağırsak iltihabı, multipl skleroz, bazı eklem romatizmaları gibi kronik bozukluklara neden olmaktadır.
Kronik enflamasyonun genetik, hormonlar, beslenme ve yaşam tarzı seçimleri gibi değişik faktörlerin bir kombinasyonu olduğuna inanılmaktadır. Kronik enflamasyona neden olan biyokimyasal süreçler henüz tam olarak anlaşılmış olmasa da menopoz sonrasında kadınların ve yaşlı kimselerin bu olaya daha eğilimli oldukları bilinmekte. Belki de hormonal dengesizliğin neden olduğu enflamasyon otoimmün hastalıkların da kadınlarda daha fazla görülmesini açıklayabilir.
Beslenme tarzı uzmanların kronik enflamasyondan sorumlu tuttukları en önemli faktörlerden biri. Tipik bir Batı diyeti yüz yıl öncesine göre yaklaşık otuz kat daha fazla enflamasyon körükleyici (pro-enflamatuar) maddeler içeriyor. Yanlış beslenme tarzı vücudumuzda enflamasyonun kontrolden çıkmasının başlıca nedenlerinden biri olarak görülmekte. Vücut yanlış beslenme sonucunda bir kez enflamasyona hazır hale geldiğinden içimizdeki yangını başlatmak için bir kıvılcım yeterli olabiliyor. Bu kıvılcım genellikle bir enfeksiyon, sigara, alkol, stres, alerjiler, uykusuzluk, aşırı bedensel yorgunluk ve gıda duyarlılıkları gibi çevresel streslerden kaynaklanıyor. Bu gibi enflamasyon tetikleyici durumlardan kaçınmak bağışıklık sistemini soğutarak enflamatuar yanıtın söndürülmesine yardımcı olabilir.
Kan şekeri yüksekliği (hiperglisemi) ve insülin yüksekliği, esansiyel yağ asitlerinin oranlarındaki (omega-3/omega-6) dengesizlikleri, yetersiz antioksidan alımı gibi beslenmeyle ilgili metabolik dengesizlikler kronik enflamasyonu sürekli kılan kısır döngünün önemli parçaları. Aşırı kilo ve şişmanlık enflamasyona katkıda bulunmakta zira yağ hücreleri enflamasyonu teşvik eden C-reaktif protein ve interlökin-6 gibi kimyasal maddeler salgılıyor. Fazla kilolu iseniz kronik enflamasyona bağlı olarak diyabet gelişme riski artıyor. Yanlış tipte yağlar ve aşırı karbonhidrat tüketimi iki hormonun aşırı üretimine neden olmakta: Bunlar pro-inflamatuar eikosanoidler ve insülin. Bu hormonların fazlalığı vücudun daha fazla kortizol (“stres hormonu”) üreterek enflamasyonu artırıyor.
Bu sessiz yangını söndürmek için enflamasyonu saptamaya yönelik kan testlerinin kullanımı giderek yaygınlık kazanıyor. Bu amaçla yapılan testlerden biri de akut faz reaktanı hassas C-reaktif protein (hs-CRP) testi. Kanda ölçülen bu madde vücutta esasen karaciğerde üretilen pro-enflamatuar interlökin-6 (IL-6) adını taşıyan sitokinden yapılıyor. Enflamasyona neden olan enfeksiyon gibi olaylar CRP düzeylerinin artmasına neden oluyor. CRP eski bir test olmasına karşın bunun hassas versiyonu olan hs-CRP yaklaşık on yıl önce geliştirildi. Kronik enflamasyon ve kardiyovasküler hastalıklar arasındaki bağlantı nedeniyle bu durumun belirlenmesi doktorlar için önemli bir gösterge. Kronik enflamasyonndaki hafif CRP yükselmeleri bile hs-CRP testiyle saptanabiliyor.
Kalp hastalığı belirti vermeden yıllar önce kronik enflamasyonun varlığı bu testin, kolesterol ve trigliserit ölçümleriyle birlikte erken tanı amacıyla kullanılabilmesini sağlıyor. Bu gibi hastalarda kronik enflamasyonun söndürülmesine yönelik beslenme ve yaşam tarzı değişimleri yapılarak kalp hastalığı gelişmesini başarıyla önlemek mümkün.
Kötü kolesterol olarak bilinen düşük dansiteli lipoprotein (LDL) kolesterol yıllardan beri, bir kimsenin gelecekte kalp damar hastalıklarına yakalanabileceğinin en iyi göstergesi olarak kabul edilir. Ne var ki CRP düzeyleri yüksek olan kimselerin kalp krizi geçirme olasılığının 4.5 kat daha yüksek olması bu parametrenin de LDL kadar önemle olduğunu gösteriyor. Nitekim bir çalışmada LDL ve CRP düzeyleri en yüksek olan grupta diyabet gelişme riskinin yaklaşık 16 kat daha yüksek bulunmuş. Kalp hastalığının başlangıcını tahmin edebilen bir enflamasyon belirteci olmasının yanı sıra yüksek CRP damarlarda pıhtı ve plak oluşumunu tetiklemesi de mümkün.
İnme ve Alzheimer hastalığı için de “--sessiz enflamasyonun” anlamlı bir risk faktörü olduğu düşünülüyor. Bir çalışmada CRP düzeyleri en yüksek olan grupta 20 yıllık bir dönemde Alzheiner gelişme riskinin üç kat daha yüksek olduğu görülmüş. Yine birçok kanser türünde yüksek CRP düzeyleri daha düşük bir sağkalım oranına karşılık geliyor.
Diş eti hastalıkları ve romatoid artrit gibi durumların kalp hastalığı riskini yükselttiği biliniyor. Şimdi uzmanlar bunun altta yatan sebebinin enflamasyon olabileceğine inanıyorlar. Ayrıca obezite, egzersiz noksanlığı, sigara ve yüksek tansiyon gibi kalp hastalığının bilinen bütün diğer risk faktörlerinin enflamasyonu ve CRP düzeylerini artırdığı unutulmamalı.
İnsülin gibi, kortizol de enerji metabolizması için gerekli bir hormon. Enfeksiyon gibi akut kısa dönemli strese yanıt olarak vücudumuzda büyük miktarlarda kortizol üretilir. O nedenle kısa dönemli enflamasyonun vücut tarafından doğru yönetilebilmesi için kortizol yanıtı yeterli olmalıdır. Stres ve enflamasyon geçtikten sonra ise vücudun “savaş ya da kaç” (stres) hormonları hızla normale döner.
Ne var ki enflamasyon sona ermediğinde yani kronikleştiğinde bu durum, vücut için stresin kronikleşmesi anlamına gelir. Kronik stres durumunda ise sürekli biçimde kortizol salınmaya başlar. Vücut böylece kronik strrese uyum sağlarken biz de hiperinsülinemik duruma geliriz, yani insülin düzeyleri yükselir. Bu da daha fazla iç yağ (viseral yağ) oluşmasına neden olur. Bütün bu süreç yeni bir kortizol salınma döngüsünü ateşler. Oluşan kısır döngü daha çok yağlanma ve kronik sessiz enflamasyonun devam etmesi sonucunu doğurur.Fazla kortizol tiroid hormonu düzeylerinde düşme ile birlikte olup bu da kilo verme güçlüğü, yorgunluk ve enflamasyona katkıda bulunan birçok başka bozuklukla sonuçlanır.
Başka bir deyişle akut enflamasyon moleküler düzeyde sürdürülen bir savaşa benzer. İlk olarak bağışıklık sistemi vücudun bir bölgesindeki yabancı istilacıları, gelişen enfeksiyonu ya da travmayı fark ederek kimyasal sinyalleri kullanarak oraya hücum kıtalarını (beyaz kan hücreleri) gönderir. Savaşa giden birlikler gibi, bu hücreler hasarlı veya saldırı altındaki bölgeyi savunma talimatı alırlar. Beyaz kan hücreleri enfeksiyon ya da travma bölgesine yığıldıklarında enfeksiyonu ortadan kaldırmak için farklı kimyasal “silahlar” kullanır. Bu, akut enflamasyonun iyi yanıdır. İstilacılar vücuttan temizlenmiş olur.
Şimdi enflamasyonun kötü yanı olan kronik enflamasyona bakalım. Akut enflamasyonun kısa vadede hayat kurtarıcı özelliğine karşılık bu olay süreklilik kazandığında yani kronik duruma geldiğinde uzun vadede pekçok soruna yol açar. Enflamasyon süreci sistemik bir hâl aldığında, aylarca ve yıllarca devam ettiğinde beyaz kan hücrelerinin kimyasal silahları, bu defa kronik hastalıkları tetikleyebilir.
Yerel ve akut enflamasyonun hissedilmesi ve saptanması kolaydır. Ağrı, kızarıklık, şişlik, ısı ve bazen fonksiyon kaybı eski çağlardan beri bilinen temel iltihap belirtileridir. Vücut burkulma veya bir cilt enfeksiyon karşısında bu iyileşme yanıtını başlattığında söz konusu belirtileri kolayca algılarız. Ne var ki kronik enflamasyon normalde bu belirtileri ortaya çıkarmadığından, fark edilmeden çok uzun süre sessiz ve sinsi bir şekilde vücudumuza zarar veren bir süreç olarak devam eder. Kronik enflamasyonda salınan zarar verici kimyasallar olan enflamatuar sitokinler pekçok kronik/dejeneratif hastalık sürecinde rol alırlar.
Bu hastalıklar arasında damar sertliği, kalp hastalığı, kanser, artrit (eklem iltihabı), metabolik sendrom, yüksek tansiyon, Parkinson, Alzheimer hastalığı, astım, iltihaplı bağırsak hastalığı ve diyabet sayılabilir. Bu hastalıkların tümünün aynı zamanda obezite ile bağlantılı olduğu bilinmektedir. Zira fazla kilo ve yağlanma ile birlikte kronik sistemik enflamasyon artmakta, kronik hastalıkların pek çoğuna zemin hazırlamaktadır. Bu süreç aynı zamanda cilt kırışıklıkları dahil dokuların hızla yaşlanmasına neden olmaktadır.
Kronik enflamasyon bizim tarafımızdan kolayca algılanamasa da bu “sessiz” durumu tespit etmek için güvenilir kan testleri mevcuttur. Bu testlerle vücuttaki enflamasyon düzeyini saptamak mümkün olmaktadır. Bugün artık biliyoruz ki kronik enflamasyon vücudun içeride söndürmeye çalıştığı bir yangın gibidir. Bu yangını söndürmeye uğraşan bağışıklık sistemi zaman içerisinde hem güç kaybekttiğinden vücudun dış saldırılara karşı savunması zayıflamakta hem de bağışıklık hücreleri kimi zaman vücudun kendi yapılarını düşman unsurlar gibi algılayarak otoimmün hastalıklar dediğimiz bazı tiroid hastalıkları (Hashimoto), bağırsak iltihabı, multipl skleroz, bazı eklem romatizmaları gibi kronik bozukluklara neden olmaktadır.
Kronik Enflamasyon Nedenleri
Kronik enflamasyonun genetik, hormonlar, beslenme ve yaşam tarzı seçimleri gibi değişik faktörlerin bir kombinasyonu olduğuna inanılmaktadır. Kronik enflamasyona neden olan biyokimyasal süreçler henüz tam olarak anlaşılmış olmasa da menopoz sonrasında kadınların ve yaşlı kimselerin bu olaya daha eğilimli oldukları bilinmekte. Belki de hormonal dengesizliğin neden olduğu enflamasyon otoimmün hastalıkların da kadınlarda daha fazla görülmesini açıklayabilir.
Beslenme tarzı uzmanların kronik enflamasyondan sorumlu tuttukları en önemli faktörlerden biri. Tipik bir Batı diyeti yüz yıl öncesine göre yaklaşık otuz kat daha fazla enflamasyon körükleyici (pro-enflamatuar) maddeler içeriyor. Yanlış beslenme tarzı vücudumuzda enflamasyonun kontrolden çıkmasının başlıca nedenlerinden biri olarak görülmekte. Vücut yanlış beslenme sonucunda bir kez enflamasyona hazır hale geldiğinden içimizdeki yangını başlatmak için bir kıvılcım yeterli olabiliyor. Bu kıvılcım genellikle bir enfeksiyon, sigara, alkol, stres, alerjiler, uykusuzluk, aşırı bedensel yorgunluk ve gıda duyarlılıkları gibi çevresel streslerden kaynaklanıyor. Bu gibi enflamasyon tetikleyici durumlardan kaçınmak bağışıklık sistemini soğutarak enflamatuar yanıtın söndürülmesine yardımcı olabilir.
Kan şekeri yüksekliği (hiperglisemi) ve insülin yüksekliği, esansiyel yağ asitlerinin oranlarındaki (omega-3/omega-6) dengesizlikleri, yetersiz antioksidan alımı gibi beslenmeyle ilgili metabolik dengesizlikler kronik enflamasyonu sürekli kılan kısır döngünün önemli parçaları. Aşırı kilo ve şişmanlık enflamasyona katkıda bulunmakta zira yağ hücreleri enflamasyonu teşvik eden C-reaktif protein ve interlökin-6 gibi kimyasal maddeler salgılıyor. Fazla kilolu iseniz kronik enflamasyona bağlı olarak diyabet gelişme riski artıyor. Yanlış tipte yağlar ve aşırı karbonhidrat tüketimi iki hormonun aşırı üretimine neden olmakta: Bunlar pro-inflamatuar eikosanoidler ve insülin. Bu hormonların fazlalığı vücudun daha fazla kortizol (“stres hormonu”) üreterek enflamasyonu artırıyor.
Enflamasyon Testi – Sessiz Enflamasyon Belirtileri
Vücuttaki enflamasyon düzeyi C-reaktif protein (CRP) gibi iltihap belirteçlerinin kanda ölçülmesiyle belirlenebiliyor. Eğer aşağıdaki sorulardan üçünden fazlasına “evet” diyorsanız CRP kan testi yaptırmanız gerekebilir.
- Sigara içiyor musunuz?
- Diyabetiniz var mı?
- Diş eti hastalığınız var mı?
- Fazla kilolu musunuz?
- Şekerli ve karbonhidratlı gıdalara karşı aşırı istek duyuyor musunuz?
- Sürekli açlık hissiniz var mı?
- Özellikle fiziksel aktiviteden sonra kendinizi aşırı yorgun hissediyor musunuz?
- Tırnaklarınız çatlıyor mu?
- Kabızlığınız var mı?
- Sabahları yorgun mu uyanıyorsunuz?
- Zihninizi odaklamada güçlük çekiyor musunuz?
- Sık sık başınız ağrıyor mu?
Kalp hastalığı belirti vermeden yıllar önce kronik enflamasyonun varlığı bu testin, kolesterol ve trigliserit ölçümleriyle birlikte erken tanı amacıyla kullanılabilmesini sağlıyor. Bu gibi hastalarda kronik enflamasyonun söndürülmesine yönelik beslenme ve yaşam tarzı değişimleri yapılarak kalp hastalığı gelişmesini başarıyla önlemek mümkün.
Kötü kolesterol olarak bilinen düşük dansiteli lipoprotein (LDL) kolesterol yıllardan beri, bir kimsenin gelecekte kalp damar hastalıklarına yakalanabileceğinin en iyi göstergesi olarak kabul edilir. Ne var ki CRP düzeyleri yüksek olan kimselerin kalp krizi geçirme olasılığının 4.5 kat daha yüksek olması bu parametrenin de LDL kadar önemle olduğunu gösteriyor. Nitekim bir çalışmada LDL ve CRP düzeyleri en yüksek olan grupta diyabet gelişme riskinin yaklaşık 16 kat daha yüksek bulunmuş. Kalp hastalığının başlangıcını tahmin edebilen bir enflamasyon belirteci olmasının yanı sıra yüksek CRP damarlarda pıhtı ve plak oluşumunu tetiklemesi de mümkün.
İnme ve Alzheimer hastalığı için de “--sessiz enflamasyonun” anlamlı bir risk faktörü olduğu düşünülüyor. Bir çalışmada CRP düzeyleri en yüksek olan grupta 20 yıllık bir dönemde Alzheiner gelişme riskinin üç kat daha yüksek olduğu görülmüş. Yine birçok kanser türünde yüksek CRP düzeyleri daha düşük bir sağkalım oranına karşılık geliyor.
Diş eti hastalıkları ve romatoid artrit gibi durumların kalp hastalığı riskini yükselttiği biliniyor. Şimdi uzmanlar bunun altta yatan sebebinin enflamasyon olabileceğine inanıyorlar. Ayrıca obezite, egzersiz noksanlığı, sigara ve yüksek tansiyon gibi kalp hastalığının bilinen bütün diğer risk faktörlerinin enflamasyonu ve CRP düzeylerini artırdığı unutulmamalı.
Hormonlar ve Enflamasyon
Hormonların kronik enflamasyonda ayrı bir yeri var zira bilim insanları vücut yağını pasif bir yağ deposu değil, tersine hormon üreten aktif bir organ olarak kabul ediyorlar. Vücut yağı bağışıklık sistemimizi ve ne kadar yağ depolayacağımızı kontrol ediyor. Kortizol ve insülin gibi hormonların fazlalığı vücudumuzda kronik bir insülin direncine — ve düşük düzeyli bir kalıcı enflamasyon oluşmasına yol açıyor.İnsülin gibi, kortizol de enerji metabolizması için gerekli bir hormon. Enfeksiyon gibi akut kısa dönemli strese yanıt olarak vücudumuzda büyük miktarlarda kortizol üretilir. O nedenle kısa dönemli enflamasyonun vücut tarafından doğru yönetilebilmesi için kortizol yanıtı yeterli olmalıdır. Stres ve enflamasyon geçtikten sonra ise vücudun “savaş ya da kaç” (stres) hormonları hızla normale döner.
Ne var ki enflamasyon sona ermediğinde yani kronikleştiğinde bu durum, vücut için stresin kronikleşmesi anlamına gelir. Kronik stres durumunda ise sürekli biçimde kortizol salınmaya başlar. Vücut böylece kronik strrese uyum sağlarken biz de hiperinsülinemik duruma geliriz, yani insülin düzeyleri yükselir. Bu da daha fazla iç yağ (viseral yağ) oluşmasına neden olur. Bütün bu süreç yeni bir kortizol salınma döngüsünü ateşler. Oluşan kısır döngü daha çok yağlanma ve kronik sessiz enflamasyonun devam etmesi sonucunu doğurur.Fazla kortizol tiroid hormonu düzeylerinde düşme ile birlikte olup bu da kilo verme güçlüğü, yorgunluk ve enflamasyona katkıda bulunan birçok başka bozuklukla sonuçlanır.
Kaynaklar
- “Inflammation—the key to chronic disease?” by Marcelle Pick, NP OB/GYN, on womentowomen.com.
- “When Energy Fails: Edema, Hypertension, Heart Failure, Sarcopenia, Cramps, etc.” by Ray Peat, PhD, in Ray Peat’s Newsletter, July 2012.
- The Inflammation Syndrome: The Complete Nutritional Program to Prevent and Reverse Heart Disease, Arthritis, Diabetes, Allergies, and Asthma by Jack Challem, John Wiley & Sons; Hoboken, NJ, 2003.
- The Anti-Inflammation Zone by Barry Sears, PhD, Harper Collins Publishers; New York, NY, 2005.
- C-Reactive Protein by Scott J. Deron, D.O., FACC, McGraw-Hill; New York, NY, 2004.
- “The Complex Role of Estrogens in Inflammation,” by Rainer H. Straub, MD, Endocrine Reviews, Volume 28: 521-574, 2007.
- “Differential Effects of Oral Versus Transdermal Estrogen Replacement Therapy on C-Reactive Protein in Postmenopausal Women,” by Wanpen Vongpatanasin, MD, et. al.,
- Journal of the American College of Cardiology, Volume 41: 1358-1363, 2003.
- “C-Reactive Protein Levels and Outcomes after Statin Therapy,” by Paul M. Ridker, MD, et al., The New England Journal of Medicine, Volume 352:20-28, Jan. 6, 2005.
Yüksek Standartlarda Kalite Akreditasyonu
Synevo Laboratuvarları Merkezleri TS EN ISO 15189 Tıbbi Laboratuvar Kalite ve Yeterlilik Sertifikalarına sahiptir.

10
Avrupa
Ülkesi
Ülkesi

90
Laboratuvar
Merkezi
Merkezi

5.500
Uzman Personel

120 Milyon
Toplam Yıllık Test
